Bana Yardım Et

Çektiği uykusuzluğu mor göz altlarıyla ele veren ama taşıdığı büyük sırrı asla açık etmeyen Aslı. Kedi sevmeyen bir yazar. Hayatındaki en önemli kişiyi, anneannesini yakın zamanda kaybetmiş. Şu sıralar neredeyse görünmez olmayı diliyor. Ancak uluslararası bir yazar programına kabul edilmesiyle kendisini Avusturya’da buluyor. Vampir olduğundan kuşkulandığı, yaptığı tüm hesaplarda yaşı 130 çıkan bir hanımefendiyle tanışıyor. Bu yaşlı hanım ölümsüz mü; kaldığı evdeki kedi, anneannesinin reenkarne olmuş hali mi; bir insan kaç kez katil olabilir; peki şimdi hiç aşkın sırası mı?!

“Anneannem öldüğünden beri bir türlü onun gittiğine inanamadım. Bazen sanki hemen yanımdaymış gibi hissediyorum. Kokusunu duyuyorum. Ölene kadar aynı kokuyu kullandı. Eczaneden aldığı kolonyanın o sabun kokusu. Burada bile aynı kokuyu aldığım oluyor. Özellikle de kedi yanıma geldiğinde. Hep yazdıklarımı sesli okurken yanıma geliyor. Yani…”

“Anneanneniz gibi.”
“Evet.”
Bunu söylerken öyle utanıyor ki. Ama söyledi işte.
“Kedinin anneanneniz olduğunu düşündüğünüzü söylerken sizi deli zannedeceğimi mi sanıyorsunuz?”
Aslı başını sallıyor.
“Ah Aslı, ben, ölemediğini söyleyen bir kadınım. Ben mi sizi deli zannedeceğim? Gerçekten âlemsiniz.”

“Ah, ama muhakkak bir çaresi vardır. Uykusuzluk o kadar da fena sayılmaz. Benim derdim daha fena.

Aslı derde karşı dert paylaşılmasından hiç hazzetmez. Ama yine de bakışlarıyla soruyor. Daniella farklı bir kadın en nihayetinde. Söyleyin bakalım sizin derdiniz neymiş? Daniealla’nın cevabı da diğer her şey gibi gayet doğal.

“Ben ölmekte güçlük çekiyorum.”

“Bana göre gerçekçi düşünmeyip yine de açık uçları birbirine bağlayabilen kişi yazardır. Yazmayı bir uyku hali gibi düşünün. Yazarken insan tıpkı rüyalarındaki gibi özgürdür. Ancak uyandığı anda tıpkı rüyalarına anlam yüklemeye çalıştığı gibi yazdıklarını da hayata bağlamak ister. Galiba yazdıklarını okurlar ne kadar iyi ‘tabir edebilirlerse’ o da o kadar iyi bir yazar olur. Çünkü hayat ancak gerçekliği kadar absürd, absürdlüğü kadar da gerçektir.”

Ne büyük bir hata; gençlikte insanın doğru denilen yolu seçmesi ne devasa bir hata! Evlen, aile kur, çocuk yap, torun sahibi ol, sonra yaşlan, kocan ölsün,çocuğun ölsün, torunun ölsün, dımdızlak kal, bu hayatın bir bekçisi sen ol, bekle, bekle, bekle, bekle. Oysa zamanında gitmeliydi buradan. Her şeyi bırakıp kaçmalıydı. Hindistan’a belki. Şangay’a. Meksika’ya. Hatta Guatemala’ya. Zamanın içine hapsolmazdı o zaman böyle. Gene yalnız kalırdı belki ama ilk elli yılın rengi hayatının sonrasını boyardı. Bir siyah beyaz filmin içinde hissediyor kendini. Klasik, tamam, ama sıkıcı. Bir keresinde Hakan ona Türkiye’de insanların nasıl can pazarından yaşadığını anlatmıştı. Hayatın en ufak bir garantisi yoktu o memlekette. Adamın biri kaldırımda dururken üzerine çıkan minibüsün altında can vermişti mesela. Genç adam tekerlekli sandalyede oturduğu için bir şey diyememişti ama Daniella içinden “İşte,” demişti, “tam da öyle bir memlekette olmalıydım ben. Ben ölümden kaçayım ki o beni kovalasın.”

Engelli bir adamla nasıl sevgili olunur? Google’a yazdığı soru bu. Hakan’ın yanında nasıl yürüyeceğini, yürürken onu duymadığı anlarda eğilip eğilmemesi gerektiğini bilmiyor. Öpmek istese muhakkak oturur pozisyonda mı olmaları lazım, yoksa ona doğru eğilse sorununu yüzüne vurmuş olur mu? Daha da büyük bir mesele var ki onun cevabını bulmak zor. Hakan’ın bir cinsel hayatı olup olmadığını bilmiyor. Bunu sorması tabii ki mümkün değil ama ilişkilerinde bir noktada -tabii bir ilişkileri olacağını düşünerek – bu konuyu Hakan ona açıklayacaktır herhalde.

“Bak kardeşim, sana karşı hiçbir kişisel düşmanlığım yok, ama henüz ne mazeretlerinizi dinleyebilirim ne de özrünüzü kabul edebilirim. Bence en iyisi konuyu değiştirmek. İşte gene aynı noktaya geliyoruz. Sanatçı konuşarak problemleri aşar, sanatçı anlayışlıdır, sanatçı akıl yürütür. Ya ben sanatçı değilim ya da bütün bunlar yalan. Yazarım diye içimdeki öfkeyi bastırıp daha anlayışlı olacağım diye bir şey yok.”

Elini nasıl çekmeli? Ursula oturdukları masanın üzerinde elini onunkinin üzerine koymuş, gözlerini bir an olsun onunkilerden ayırmıyor. Böyle konuşabilen insanlara hayranlık duyuyor, fakat kendisi hep başka yerlere bakmak istiyor. Hem konuşurken hem dinlerken. Nasıl demeli? Çok yoğun geliyor ona bötle konuşmalar. Kaldıramayacağı kadar yoğun. Bakışlarıyla resmen esir aldı onu Ursula. Eli de onunkinin altında taş kesildi sanki. Ne yapacağını bilemiyor. Çekse olmaz, çok ayıp… O da onunkini tutsa tuhaf bir hal olacak. Koptu gitti o el. Öyle farz ediyor. Şu an artık sağ eli yok. Hissiz. Kendisine ait değil. İyisi mi Ursula alsın gitsin o eli. Off. Kola doğru bir uyuşma başladı. Neredeyse omuzdan aşağısı yok artık. Durum o kadar fena. Ursula ne bilsin onun bu kadar uzak bir insan olabileceğini. O geliştirdikleri samimiyetin kendisine onun elini tutma, gözüne bakma ve aklındakileri sevgili arkadaşıyla paylaşma hakkını verdiğini düşünüyor. Öyle de olmalı ama Aslı işte. Kimi ne kadar severse sevsin iş derin hislerin paylaşımına geldi mi hep kaçası var. Hele ki böyle dokunmak falan. Allah muhafaza.

“Evet mükemmel bir kadın. Güzel her şeyden önce, hastalıklı görüntüsüne rağmen güzel. Muhabbeti zevkli. Belli ki müzikte aynı zevki paylaşıyorsunuz fakat benim anladığım daha büyümemiş bir kadın o. Daha doğrusu kadın değil, bir kız çocuğu. Korunmaya muhtaç. Oysa sen de…” Konuşmanın burasında duruyor. Kendini kaptırıp yeterince ileri gitti. Hakan ne demeye çalıştığını anlamakta gecikmiyor.

“Korunmaya muhtacım öyle mi?”

“Lütfen beni yargılamadan önce benim kim olduğumu hatırla. Şimdi başka birine aşık olduğun için her söylediğimi kendine göre yontacak, bende kusur arayacaksın. Bunu yapmadan önce lütfen düşün. Korunmaya muhtaç değilsin, ama bunca yıldan sonra açıkca söyleyebilirim herhalde, kollanmalısın.”

“Eğer hiç engelsiz biri için bile muhtaçlık kelimesini kullanıyorsan benim için haydi haydi kullanmalısın. Şimdi söyle. Sen de korunmaya muhtaçsın de. Bir de şunu söyle, her an başka birine muhtaç biriyle yaşamak sana nasıl bir tatmin duygusu yaşattı.”

Sophie konuşmalarının burada bittiğini biliyordu. Tam düşündüğü gibi Hakan bu tartışmayı alıp başka bir yere taşıyacak, kendi ilişkilerinde bir sorun olduğuna kendini inandıracaktı. İyi bir adamdı o, kendine bir teselli bulmadan çekip gitmesi, onu terketmesi mümkün olmayacaktı. Gidecekti. Ne derse desin gidecekti.

“Yedi günahtan biri Aslı, Acedia. Bu Latincesi. Güncel dilde tembellik. İşte ben bu günahı işledim. Hem de pek çok kereler. Bu şehirde okudum ben, herhalde bunu da söylememiştim. Viyana Müzik ve Sanat Üniversitesi’nden mezun oldum. Ne günlerdi! Ne güzel günlerdi. İnsan asla kendi değerini anlatmamalı, hayır, ama benim yaşımda size beni anlatacak başka birini bulamayacağımız için söylemeliyim, Brahms’ın, Mahler’in mezun olduğu bu okulda benim de adım umut vaad eden sanatçılar arasında anılırdı. Fakat Aslı, tembellik. Başka pek çok mazeret arkasına gizlenmiş temel problem.”

Derin bir nefes aldı, Aslı sessiz.

“Bunları neden anlatıyorum bilmiyorum, herhalde çenem düştü. Belki de geleceği parlak genç bir kadına vaaz vermek istiyorum. Uykusuzluk probleminiz değil Aslı. Uyumayınız, hayır, yazınız Aslı. Yazınız. Bana gelince, şimdi, en azından bugün dinlenmek istemiyorum Aslı.”

Daniella ellerindekileri kucağına bırakıp geriye kalmış tek eşarbı açtı. Minik bir şırınga. Bu sefer başını kaldırdığında şunu soruyordu, ‘Hazır mısın?’ Hazır olmak. Göreceli bir kavram. Aslı bu hayatta hiçbir şeye hazır değil ve evet her şeye hazır. Bu çelişkinin mükemmel dengesinde yaşayıp gidiyor. Sevmeye de hazır değil ama her an sevebilir de. Evlenmeye hazır değil ama her an evlenebilir de. Çocuğa hiç hazır değil ama her an anne olabilir de. Ölmeye hazır değil ama farketmez, her an ölebilir de. Öldürmeye… Hazır değil. Ama öldürebilir de.

Yayın Tarihi: 2015-09-01
ISBN: 6051419145
Baskı Sayısı: 1. Baskı
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı: 246
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 13.5 x 19.5 cm

VAKİT HAZAN

SUFLE

CELLAT MEZARLIĞI

BAŞKALARININ KOKUSU