Başkalarının Kokusu

Başkalarının Kokusu sekiz öyküde sekiz insanın hayatından kesitler sunuyor. Birbirinden ayrı gibi görünen bu hikayeler sayfalar çevrildikçe birbirine bağlanıyor. İlk öykünün kahramanı Zeynep’in hikayesinin bittiği yerde ikinci öykünün kahramanı Süreyya’nın hikayesi başlıyor. Onun hikayesinden Melis’inkine, oradan ise diğerlerinden farklı olarak Osmanlı döneminde yaşayan Fecir’e geçiş yapılıyor. Sonraki dört hikayede ise bu kadınların hayatlarındaki dört erkek aynı olayları kendi bakış açılarından aktarıyor. Her bir karakterin kendi hayatını anlamlandırmaya çalıştığı bu edebiyat eserini senarist Meral Okay kitabın arka kapağında şöyle tanımlıyor:’Öyküler olarak başlıyordu kitap, küçük sakin bir öykü, sonra o küçük nokta etrafını etkileyerek büyüyordu. Zincirleme kazalar yaşanıyordu kahramanlar arasında. Bir çember, bir spiral döngüsü içinde zaman ve mekan değişiyordu. Sonra her olayın diğer öykünün alt metnini kurduğunu ve hayatın işte bu sıradanmış gibi görünen bir detaydan nasıl kocaman trajedilere dönüştüğünü gördüm.

Yazarın öykü olarak kurduğu metnin romana geçişini, geniş plan baktığınızda da sinemaya göz kırptığını, hatta sanki gizli hedefinin bu olduğunu anladım.
Anladım ki, çok usta işi bir metinle karşı karşıyayız.
Yalın, sade, çarpıcı, süratli
Sana çok teşekkür ederim Aslı E. Perker”

“Bundan iki yıl önce sabaha karşı çalan telefon sesiyle gözlerimi açtığımda son beş günün en güzel, en derin uykusundan uyanıyordum. Ondan önceki uykusuz geceler zinciri ise bir kâbustu adeta, insana verilmiş büyük bir ceza. Benim uykusuzluklarımın iki nedeni vardır, vicdan azabı ya da sinir. İçimde her an sokmaya hazır yılan gibi yatan sinirin nereden kaynaklandığını bir anlayabilsem belki çözümünü de bulabileceğim; fakat maalesef yapması söylemesi kadar basit bir iş değil o.
İşin en kötüsü eskiden bir anda dışa vurduğum, deliler gibi bağırarak ve hayatı başkalarına zindan ederek eritebildiğim sinirimi, içimde saklamayı öğrendiğim günden beri bu sefer hayatı kendime zindan etmeye başladım.”

“Yalnızlığın çok sevdiğim yanları olsa da, sabahları kahvaltı, akşamları yemek hazırlamak zorunda olmasam bile, eve istediğim zaman girip çıkma özgürlüğüm, istediğim zaman istediğim kişiyi görme lüksüm olsa dahi, galiba yine de yalnızlığı tercih etmem. Hep içimde bir boşlukla uyanıyorum sabahları. Lüzumsuz bir güne uyanmışım gibi hissediyorum. Akşamları eve girdiğimde hemen televizyonu açmak istiyorum. Evin içindeki sessizlik huzursuz ediyor. Bir yerden sonra gidilecek barlar, kafeler azalıyor, arkadaşlar can sıkmaya başlıyor. Yalnız yemek ise en kötüsü. İnsan daha iştahsız oluyor. Bir salatayla, belki meyveyle, ya da daha da kötüsü, bir kap yoğurtla geçiştiriyor akşam yemeğini. Gitgide sessiz oluyor ve uzak. Kendine de uzak üstüne üstlük…”

“Eğer hayat bir insanın çok üstüne gelirse, insan aynı dönem içinde birden çok acı yaşarsa, diğerlerinin hep ona da pay çıkarmak gibi bir eğilimi vardır nedense. İlla ki bir yerlerde yanlış yapmış olmalıdır. Acı çekerek ölenlerin arkasından da hep “Eeee, çok ah işitti” denmez mi zaten?”

“En sevdiğim şair Nazım Hikmet; ama sadece yazdığı onlarca güzel şiir için değil, öyle bir mısrası var ki, işte o mısra için. İstanbul-Ankara arasında trenle gidip gelenler bilirler. Tren dağlardan bayırlardan giderken birdenbire şehrin ortasından gitmeye başlar. Nereden çıktı o şehir, anlamazsınız. İzmit’tir o şehir. Siz birdenbire şehrin içine girip de uzun zaman sonra ilk kez insan gördüğünüz için hemen pencereden dışarı bakarsınız. Sanırsınız ki, herkes de dönüp size bakacak; ama günde onlarca trenin şehrin ortasından geçmesine alışık olan İzmitliler hiç dönüp bakmazlar size. Hayal, kırıklığına uğrarsınız. İşte Nazım Hikmet’in bunu anlatan çok güzel bir mısrası var: ‘Tren İzmit’e girdi, ciddiyetini kaybetti.’ “

“Kader, o kötü, hırçın kader, insanın elinden en sevdiği oyuncağını alıp parçalara ayırdığı yetmezmiş gibi bir de sonra yeniden içini umutla dolduruyor. Hepimiz birer oyuncağız elinde, ipimiz nereye çekiliyorsa o yöne doğru seyirten. Kimileri aldanmıyor galiba, belki de en az kader gibi katı olanlar; fakat benim gibi yapayalnız, çaresiz biri için kendini o hainin ellerine bırakmaktan başka çözüm yok.”

“Kendinle cebelleşmekten bir de benimle uğraşmaya halin yok biliyorum. Sen hala daha fazla özgür olabilmek, kimliğini dışavurmak gibi temel sorunları kendi içinde çözmeye çalışıyorsun. Diyeceğim hiçbir şey yok, hak da veriyorum; ama bilmeni istediğim iki şey var: Birincisi, bütün bu kendinle mücadelen arasında ben sadece bir kenarda oturup sen mücadeleni bitirene kadar bekleyeceğim. Ne senin işini kolaylaştıracak ne de zorlaştıracağım. İkincisi bir gün gelip bu mücadeleye değmediğini, hiçbir şeyin değişmediğini, eğer mutluluğu kendi başına yakalayabilmişsen bu kadarının bile büyük bir şans olduğunu gördüğünde yine yanında olacağım.”

Yayın Tarihi: 2005
ISBN: 9789753482028
Baskı Sayısı: 1. Baskı
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı: 263
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 14 x 20 cm

VAKİT HAZAN

BANA YARDIM ET

SUFLE

CELLAT MEZARLIĞI