Makinist, Ağla!

Tren

Makinist, Ağla!

İçinde yedi yüz kişinin çalıştığı bir film stüdyosu, aksiyon filmlerini aratmayacak insan kaçırmalar, hesabı tutulmayan harcamalar… Tutkulu bir sinemasever olan Kim Jong-il’in iyi bir film için yapmayacağı yoktu.

Kuzey Kore’nin rahmetli lideri Kim Jong-il öldükten sonra bile etrafına korku saçan bir diktatördü. Öyle ki şu an neredeyse halk arasında kim daha çok ağlayacak, kim daha çok yas tutacak gibi bir yarış var. Batılı gazeteciler insanların yeteri kadar üzgün görünmemekten, fişlenmekten korktuklarını yazıyorlar. Toplu histeriye sebebiyet veren bu liderin kendisinin de yaşarken akli dengesinin pek yerinde olmadığını düşünmek herhalde yersiz olmaz. Daha çocukluğundan beri pek çok tuhaf davranışlar -ki bunlardan birinin kardeşinin havuzda boğulmasına sebep olduğu iddiası da var- sergilediği bir gerçek. Fakat 1978 yılında kalkıştığı bir macera bana kalırsa onun zır deli olduğunun en güzel kanıtı.

Güney Kore’nin en ünlü ve sevilen aktristlerinden Choi Eun-hee Hong Kong’a yaptığı bir seyahat sırasında o zaman henüz sadece Kim İl-sung’ın oğlu olarak tanınan Kim Jong-il tarafından kaçırtılır. Hong Kong iskelelerinden birinde bağlanarak bir tekneye bindirilir ve tam sekiz gün süren bir yolculuğun sonunda Pyongyang’a gelir. O kadar korkmuştur ki günlerce hiçbir şey yiyip içmez, sonunda düşüp bayılır. Bu arada Eun-hee’nin yeni boşandığı kocası, Güney Kore’nin en ünlü yönetmeni ve film yapımcısı Shin Sang-ok karısının ortadan kayboluşundan şüphelenerek araştırmak için Hong Kong’a gider. Jong-il’in ajanları kendisini hazır beklemektedir. Başına bir çuval geçirerek etkisiz hale getirirler ve aynı yöntemlerle Kuzey Kore’ye kaçırılırlar. Eski karısı sadece bir yem olarak kullanılmıştır. Jong-il ünlü yönetmeni kaçırabilmek için bu planı uyguladığını sonradan itiraf eder. Bütün bu aksiyonun sebebi Jong-il’in sinemaya duyduğu ilgi ve ülkesindeki sinema endüstrisini canlandırmak istemesidir. Sang-ok’tan beklentisi Indiana Jones, James Bond türü filmler yapmasıdır. Tabii bu arada yer yer kendisinin propagandası da yapılacaktır. En sevdiği filmlerin başında Rambo gelir. İkinci sırada Onüçüncü Cuma. Güzel kadınlara düşkünlüğüyle tanınan liderin en sevdiği film yıldızı ise Elizabeth Taylor’dır. Amerikan sinemasının ‘harika çocuğu’ olarak tanınan Irving Thalberg gibi olmayı hayal etmektedir. Onun gibi eşsiz senaryoların ortaya çıkartılmasında bir payı olsun ister. Yönetmenin önüne her türlü olanağı koyar. Bütçe geniştir, olanaklar da sonsuz. Hem sonra esirine misafir gibi davranmakta, onu güzel ağırlamaktadır. Ancak Sang-ok hemen ikna olmaz. Bu istekleri geri çevirdiği gibi bir de kaçmaya kalkışınca hapse atılır. Tam beş yıl sürecek bir esaret. Bu yıllar içerisinde kendisine sürekli film ve Kuzey Kore tarihi eğitimi verilir. Sang-ok bu dönemde delirdiğini zannettiğini daha sonra bazı röportajlarında dile getirmiştir.

1983 yılında Jong-il yönetmeni zorla başkentte düzenlenen bir yemek davetine getirtir. O zamana kadar Jong-il’in yazlık evinde kalmakta olan ve kocasının arkasından Hong Kong’a gittiğinden de, kaçırıldığından da ve hatta beş yıldır hapis yattığından da haberi olmayan Eun-hee de yemekte bulunmaktadır. Karşılaşmalarını görmek isterdim. Bana öyle geliyor ki aksiyon filmlerine meraklı Kim Jong-il bu noktada romantik drama geçiş yapmak istedi. Zira sadece karı kocayı karşılaştırmakla kalmaz bir de yeniden evlenmeleri konusunda ısrar eder. Bu noktada artık kendisine hayır denmeyeceğini iki esir de öğrenmiştir; evlenirler. Ve Sang-ok birbiri ardına filmler yapmaya başlar. Otoriterliğiyle tanınan Jong-il burada inanılmaz bir karakter farklılığı ortaya koyar. Yönetmene ne isterse çekebileceğini söyler. Üstelik senaryolara hiçbir şekilde müdahale etmemektedir. ‘Final cut’ denilen filmin son halini tamamıyle onun kararına bırakır. Öyle ki Sang-ok 2005 yılında Amerikalı bir gazeteciye Kim Jong-il’in pek çok Hollywood yapımcısından daha müsamahakar olduğunu söyler. Yedi yüz kişinin çalıştığı bir stüdyo ona tahsis edilir ve para hiçbir zaman sorun edilmemiştir.

İşte Kuzey Kore film endüstrisinin belki de en önemli filmi olan Pulgasari’yi de Sang-ok bu koşullarda yönetir. Ünlü Japon filmi Godzilla’nın bir yorumudur. Dev canavarın aslında son derece yumuşak bir kalbi ve demirden yapılmış her şeye müthiş bir iştahı vardır. Basit köylüleri kendisine arkadaş edinmiştir. Çiftçiler ellerinde demir ve çelikten ne varsa canavarı onunla beslerler. Pulgasari de bunun karşılığında savaşlarda onların yanında saf tutmaktadır. Başrolü oynaması için Sang-ok daha önce Godzilla’yı oynamış olan Japon aktör Kenpachiro Satsuma’yı özel olarak bu proje için getirtir. Bütün teknik ekip de yine Tokyo’dan gelmiştir. Muazzam bir bütçeyle yapılmış olmasına rağmen yapım ilkel denilebilecek düzeydedir. Bir Hollywood prodüksiyonu olamamıştır yani. Bu arada filmlerin çekimleri sırasında yönetmen ile lider beraber filmler seyrederler. Jong-il’in 15 binlik film arşivinden seçtiklerini. Çoğunlukla aksiyon filmleri, bazen de erotikler. Belki de arkadaşlıklarının ilerlemesinin de etkisiyle kaçırıldıktan sekiz yıl sonra Sang-ok ve Eun-hee’nin Viyana’daki film festivaline katılmalarına izin verilir. Elbet yalnız başlarına değil. Pek çok korumanın eşliğinde.

Fakat karı koca bir şekilde festival salonuna gidecekleri gün korumalarını kendi başlarına bir taksiye binmek konusunda ikna ederler. Korumalar arkalarında bir arabayla onları takip etmektedir. Taksi gelip bir dört yol ağzında durur. Festival alanına gitmek için sola dönmeleri gerekmektedir. Sağda ise Amerikan konsolosluğu vardır. Bu arada taksi ile koruma arabalarının arasına -neyse ki Viyana trafiği de Jong-il’in kontrolünde olmadığı için- başka arabalar girer. Taksi şöförüne yüklü bir bahşiş vererek sağa dönmesini ve kendilerini Amerikan konsolosluğuna götürmesini söylerler. Taksi sağa döner, fakat konsolosluğun tam önünde duracak yer olmadığı için yolun üzerinde bir yerde Sang-ok ve Eun-lee’yi bırakır. Çift nefes nefese koşmaya başlarlar. Gerçek bir James Bond filmi! Korumalara yakalanmadan az önce konsolosluğun kapısından koşarak girerler.

Shin Sang-ok Pulgasari’nin Kuzey Kore’de beğenilip beğenilmediğini hiçbir zaman bilemedi, çünkü filmin prömiyeri yapılmadan Amerika’ya kaçmıştı. Kim Jong-il en sevdiği yönetmenin kendi isteğiyle kaçtığına hiçbir zaman inanmadı. Ona göre bu Amerikalıların bir oyunuydu. Zaten en başta onların kendi tarafından kaçırıldığını da hiçbir zaman kabul etmemişti. Kendi istekleriyle geldiler demişti. Neyse ki Sang-ok ile Eun-hee rahmetliyle bazı konuşmalarını kaydetmişlerdi de doğruyu söyledikleri ispat edilebilmişti.

Sang-ok Simon Sheen ismiyle Amerika’ya sığındıktan sonra Hollywood’da, önemsiz, küçük filmler yaptı. Kuzey Kore’de Pulgasari’nin künyesinden ise ismi çıkartılmış, başka bir yönetmeninki konmuştu. Kendisi buna ”Demek ki bir daha Pyongyang’a yemeğe davet edilmeyeceğim” diyerek gülüp geçmişti. Ancak filminden vazgeçmedi de. Legend of Galgameth (Galgameth Efsanesi) adıyla tekrar yazarak Hollywood’a sattı. Hem Pulgasari hem de Legend of Galgameth bugün hala kült filmler listesinde yerini korumakta.

Kuzey Kore’de Kim Jong-il’in ölümü sebebi ile halka ağlama emri verilmiş. 29 Aralık’a kadar da bütün eğlencelere yasak getirilmiş. Merak ediyorum, buna sinemaya gitmek de dahil mi?