Sen peri olamazsın, mavi gözlerin, sarı saçların yok!

Sen peri olamazsın, mavi gözlerin, sarı saçların yok!

Hiç son zamanlarda bir çocuğa masal anlattınız mı? Anlattıysanız, daha doğrusu anlatabildiyseniz lütfen bana da bir email yazıp hangilerini nasıl anlattığınızı  söyleyebilir misiniz? Zira ben bu işte çok zorlanıyorum.

Toplumun, kültürün, sosyolojik yapının değişimiyle birlikte aslında masalların da güncellenmesi gerekiyor. Ben eskiden kalma bildiğim hangi masalı anlatmaya kalkarsam kalkayım bazen daha en başından tıkanıp uzun esler alıyorum. Çocuk bön bön yüzüme bakıyor haliyle, e hadi devam etsene der gibi.

Misal Külkedisi. Masala başlıyoruz. Külkedisi çok güzel, çok tatlı, anne babasıyla çok mutlu bir hayat yaşayan bir kızmış. Sonra bir gün annesi… Ölmüş deyip küçücük çocuğun aklına fikri sokmak istemiyorum haliyle. Peki o zaman sonra annesi… Çok uzaklara bir iş seyahatine gitmiş. Aslında o da olmaz, çünkü artık herkesin annesi uzaklara iş seyahatine gidiyor. Sonra neden geri dönmesin? Çocuk hep bu korkuyla yaşamaya başlamaz mı? Daha masalın başında tıkanıp kalıyorum.

 Diyelim ki bir yolunu bulup başını atlatabildim. Peki ya sonrası? Külkedinin üvey annesi ve üvey kız kardeşlerinin ona çok kötü davrandığı  bölümde ne yapacağız? Artık pek çok çocuğun annesi babası boşanıp yenileriyle evleniyor. Artık üvey anne, üvey kardeş sahibi olmak normal. Her şeyden önce “üvey” kelimesini çıkartıyoruz masalın içinden. Külkedisinin babası yeni bir kadınla evlenmiş ve külkedisinin iki “yeni” kız kardeşi olmuş. Peki kötü davranmalarını neyle açıklayacağız? Pek iyi anlaşamıyorlarmış. Birbirlerine hemen ısınamamışlar.

 Yarım saat debelenip Külkedisinin neden bodrum katında, pislik içinde yaşadığını da açıklayabilirsek neyse ki zevkli bölümlerine geçiyoruz masalın. Dansetmiş, aşık olmuş, prens onu aramış, evlenmişler, vesaire.

Çocuk bu, bir masalla doymuyor. Bir tane daha anlat, bir tane daha. Peki. Hansel ile Gretel bundan farklı değil. İşin içinde yine bir annenin ölümü, yine bir üvey anne var. İlla ki kocası canından çok sevdiği çocuklarını ormana götürdükten sonra onları “Geri geleceğim” diye kandırarak bırakıp kaçacak. Neden? Çünkü çocuklar çok yemek yiyorlar. Çocukların başına o ormanda gelmeyen kalmıyor. Araya, ihmal edilmemiş, babanın bu fikre karşı çıktığı ilave edilmiş yeni versiyonlarda, ama gene de yeni karısı ne derse o olmuş.

Bunlar ne kötü babalar böyle? Hiç mi çocuklarına sahip çıkamıyorlar? Sürekli bir baba kötüleme var. Allah muhafaza masalı anlattığınız çocuğun annesi gerçekten ölecek olsa çocuğun beklentisi gayet net. Ya ormana ya bodrum katına gönderilmek. 

Orman demişken anlatması  bir başka zor masal Kırmızı Başlıklı Kız. Kırmızı  başlıklı kız bir gün anneannesine yemek götürmek için yola çıkmış. Ormandan geçerken… Burada illa ki not düşülecek. Tabii ki yola çıkmadan önce annesinden izin almış. Yolda bir kurta rastlamış, konuşmuşlar sonra kurt gidip anneannesini yemiş. Bu vahşi sahneyi çocuğa anlatmak için yine akla karayı seçiyor insan. Kurt anneanneyi yiyor, sonra hatta kırmızı başlıklı kızı da yiyor. Sonra yıllardır kurdun peşinde olan bir avcı geliyor kurdu bayıltıyor ve karnını yarıp kırmızı başlıklı kızla anneannesini karnından çıkartıyor.

Ben bunu üç yaşındaki bir çocuğa nasıl anlatayım? Oldu olacak Karındeşen Jack’i anlatalım. Hem sonra çocuk soruyor, “Kurtla karşılaştığı zaman kırmızı başlıklı kız neden cep telefonundan annesini arayıp yardım istememiş?” Yok evladım o zaman cep telefonu. Çocukta cep telefonunun olmaması diye bir kavram yok. “Neden yok? Fakir miymiş?” Hayır canım, her cep telefonu olmayan fakir demek değildir. Bazı insanlar öyle tercih ederler. Bambaşka bir kulvara giriliyor böylelikle.

İnsanların yaşam tarzları, seçimleri analiz ediliyor.

 Bezelye Prenses diye bir başka masal var ki akıllara durgunluk verir. Bir kralla kraliçe oğullarına gerçek bir prenses arıyorlarmış. Ama hangisinin hakiki hangisinin yalancı prenses olduğunu bir türlü kestiremiyorlarmış. Çok yağmurlu bir günde kapıları çalmış, üstü başı pislik içinde bir kızcağız oraya sığınmak istemiş ve kim olduğu sorulduğunda gerçek bir prenses olduğunu söylemiş. Gerçek mi değil mi anlamak için o gece onu en altında bir bezelye tanesi olan üstüste konulmuş şilteler üzerinde yatırmışlar ve kız sabah uyandığında hiç iyi uyuyamadığını, çünkü yatağının rahatsız olduğunu söylemiş. Demek hakikaten prensesmiş. Bir bezelye tanesinden bile rahatsızlık duymuş. Sonra da prensle evlenmiş.

 Çocuğa, özellikle de bir kız çocuğuna anlatılamayacak kadar yanlış mesajlarla dolu bir masal. Sen sen ol, hiçbir şeyden memnun olma. Bir gün çok ıslak bir günde başını sokacak bir ev, uyuyabilecek bir yatak bulabilsen bile sabah uyandığinda şikayet et. Ve bu sayede herkes seni çok sevsin, el üstünde tutsun. Ben çocuğa üç saat parkta durmanın tatmin edici olması gerektiğini anlatmaya çalışırken asla hatırlanmaması gereken bir masal.

Artık bu masallarla daha fazla yol alınamayacağını düşündüğüm için geçenlerde şöyle bir baktım yeni masallar neler var diye. Peri Kız diye bir masal başlığıyla dikkatimi çekti. Okuyayım dedim. Bir türk yazara ait. Çok güzel bir kız varmış. Sarı saçlarıyla, mavi gözleriyle herkesi büyülermiş. Yüzde 98’i kara saçlı kara kaşlı olan bir millete anlatılacak bu masal. Çocuğum senin saçların da gözlerin de kahverengi olduğu için sen hiçkimseyi büyüleyemezsin kusura bakma. Sen güzel kategorisine girmiyorsun, bu yüzden ilk fırsatını bulduğunda herkes gibi git saçlarını sarıya boyat, gözlerine de android gibi görünmene neden olan mavi lenslerden tak.

Yine ilk cümleden tıkanıp kalıyorum daha önce de dediğim gibi. Ve karşımdaki çocuk meraklı  gözlerle bana bakıyor. “Boşver” diyorum ben de sonunda, “Gel ben bir kez daha tavşanla kaplumbağayı anlatayım.” “Gene mi?” diyor çocuk. Ne yapayım yavrucuğum, başka seçeneğim yok.