Tren yolculuğunu seven çocuk yapmaz!

Tren

Tren yolculuğunu seven çocuk yapmaz!

Ben bu yazıyı aslında yaklaşık bir on yıl önce yazacaktım. Kadın köşe yazarlarımız her dakika kendi bebeklerinden bahsetmeye başladıkları zamanlarda. Nasıl yiyorlar, nasıl uyuyor bu küçük melekler, nasıl da şahane duygular tattırıyorlar, vs. vs. Yazılar daha o zamandan boynumda bir yerlerde bir damarı çektirmeye başlamıştı, gözümü seğirtiyordu. Kuzum ilk anne olan siz misiniz allah aşkına diye söylenip duruyordum kendi kendime.

Sonra yıllar içerisinde bana kalırsa daha da beteri oldu, Türk anneleri Avrupa Birliği standartlarını yakaladı. Hatta tabii ki Türk annesi biraz daha fazla samimiyet yüklü olduğu için batı-doğu sentezi yapılarak konu tuhaf bir noktaya geldi. Hayatını çocuklarına adayan, telefonda bile olsa iki çift laf edemeyen, aynı anda mükemmel iş kadını olmaya çalışan, sonuç itibariyle depresyona giren anneler çıktı ortaya. Ama benim için esas en şaşırtıcı olan babaların hali oldu.

Bir zamanlar Türk erkeğinin gururuydu çocuklar. İlla ki olacaktı. Hatta önce bir erkek evlat, ardından da gizlice sevebilecekleri, ileride çeşit çeşit zorluklar çıkartacakları bir kız çocuğu.

Evleneyim, çocuk sahibi olayım, gideyim işimde çalışayım, evimi geçindireyim, akşamları eve geldiğimde çocuklara bir iki kızayım, arada bir pikniğe götüreyim diye düşünüyorlardı. Güzel günlerdi onlar Türk erkekleri için. Şimdi benim gördüğüm kadarıyla erkekler ilk çocuğa zar zor ikna olduktan sonra ikincisi için “Yapmayalım karıcığım” diye neredeyse yalvarıyor. İşten eve gelip eşitlik durumundan bakmak zorunda kalacağı çocuğu istemiyor haliyle. Babası oğlunun altını değiştirir misin, babası bu sabah sen erken kalk ben biraz uyuyayım, babası kızı voleybola götür, babası oğlanın bale dersi var. Babası, bu tempoyu kaldıramıyor haliyle.

Çocuk baba için gurur olmaktan çıkmış, ekstra iş, ekstra masraf. Çocuk artık kadın için gurur kaynağı. Eğitimli, iş güç sahibi kadının bir de çocuk sahibi olması onun için bir bonus, bir övünç sebebi. Hepsi birer süper kahraman, gözleri ışıl ışıl. Ne kadar bunalıyorsa bunalsın, kanının son damlasına kadar örnek anne olma çabasında. Çocuk tuvalette otururken yarım saat sabırla başında beklenecek, kitabı okunacak, uykuya dalana kadar bin beş yüz masal anlatılacak, isterse patronundan brifing alıyor olsun çocuk bir soru sordu mu laf kesilecek, dönüp huşu içinde cevap verilecek, onun arkasına takılan yüz adet sorunun açıklaması da tek tek yapılacak, çocuğun oltasına geldiğini anlamayacak, o küçük parmakların etrafında dönüp duracak.

Ve bütün bunlar neden? Aaa, o bambaşka bir sevgi, çocuk sevigisini tatmak lazım. Yani bilmediğiniz, başınıza gelmediği sürece de aslında bilemeyeceğiniz bir duyguyu tatmak için hayatınızın geri kalanını değiştiriyorsunuz. Üstelik karşılığını alıp alamayacağını belli de değil. Çocuk başlı başına bir karakter, ne çıkacağı muamma. Sürpriz yumurta gibi. Ne ekersen onu biçersin devri de eskide kaldı. Bir kere her şeyden önce yeni model anne babalar bile ileride karşılık alma fikrine karşı. En baştan çocuklarının bir gün gelip sadece kendi hayatlarını yaşayacaklarını biliyorlar. Kişi kendinden bilir işi.

Hani köpeklerin sahiplerine besledikleri sevgi için “unconditional love” denir, yani koşulsuz sevgi; artık anne babaların çocuklarına karşı durdukları  nokta da işte bu. Koşulsuz bir sevgi ve özveri, ileride çocuk arayıp sormayabilir, o da artık bir birey.

Benim bundan çıkardığım sonuç şu: Evlisiniz, iyi kötü bir düzeniniz, bir işiniz var. Para biriktirip bir ev alabilirsiniz kendinize belki. Hadi diyelim ki mutlusunuz da. Sonra bir gün diyorsunuz ki, bir dakika, dur her şeyi bir allak bullak edeyim. Daha çok çalışayım, daha çok yorulayım, kazandığım bütün parayı geri dönüşü olmayan bir yatırımda kullanayım, sonra da çocuk ateşlenmediği, düşüp başını kanatmadığı, bunalıma girmediği, arkadaşları tarafından dışlanmadığı, üniversiteyi kazanamadığı, iş bulamadığı, evlenemediği zamanlar dışında da mutluluktan gözlerim yaşarsın.

Bir de çocuk sahibi olanların bencil olmadıklarına dair bir inanç var ki bu da akıllara ziyan bir teori. Yine vurgulamak zorunda hissediyorum kendimi, “yeni model anne babalar” sadece kendi çocuklarına karşı bencil değiller, dönüp başka birine ayıracak vakitleri bile yok. Kusura bakma arayamadım, çocuğun ödevi vardı, arayamadım çocuğu uyutmaya çalışıyordum, kusura bakma çocuğu parka götürdüm. Onun o arayamadığı saatlerde siz belki de hastaydınız, tutunacak dal arıyordunuz.

Ünlü Alman keman sanatçısı Anne-Sophie Mutter’in bir röportajını okumuştum bir zamanlar. “Çocuksuz bir sanatçının hayatı çok tek taraflı ve bencil olur” diyordu. Bu fikirle çocuk sahibi olmuş. Bunu okuduğum dakika duraladığımı hatırlıyorum. Peki bu düşünce son derece bencilce değil mi? Yani bencil biri olmamak, kendi karakterinizi geliştirmek, belki de bir sanatçı olarak bazı saplantılardan kurtulmak için bu dünyaya, hayatının ne olacağı belli olmayan bir çocuk getiriyorsunuz. Bencil biri olmamak için bencilce bir hareketle, yeni bir yaşamın başlamasına tamamen kendiniz karar veriyorsunuz.

Aslında karşı olduğum çocuk değil, yeni tip ebeveynlik müessesi. Etrafımı saran çocuk erkil ailelerden bitkinim. Kendini dünyanın ilk annesi sanan annelerden yorgunum. Ayrıca benim gibi tutkulu bir çocukseveri bile şüpheci yaptıkları için kendilerini affetmiyorum. Ya da belki de sadece tren yolculuğunu çok sevdiğim için oluyordur bütün bunlar. Zira çocuk sahibi olunca bir daha asla cam kenarına oturamıyorsunuz, değil mi?