03 Nov Amerika’da Lolita’yı okumak
Yüzde 76’sı Hıristiyan olan Amerikan halkının 2006’da yapılan ankete göre yüzde 51’i din işlerinin devlet işlerine karışması gerektiğini düşünüyor. Acaba bir gün Lolita Amerika’da yasaklanabilir mi?
Aslı E. Perker
2003 yılında çıkan İranlı yazar Azar Nafisi’nin kitabı “Tahran’da Lolita’yı Okumak”ta bir grup İranlı kadın her hafta Nafisi önderliğinde toplanıp yasaklanmış Batı Edebiyatı eserlerini okurlar. Başlığa Lolita’nın taşınmasının iki sebebi vardır. Birincisi İranlı kadının tutsaklığı ile Lolita’nın tutsaklığı arasında psikolojik ve politik bir bağ kurmak ikincisi ise Lolita’nın sadece İran’da değil, batı toplumlarında bile kabul edilmesi zor bir kitap oluşudur. Kitap ilk olarak Fransa’da yayınlandıktan ancak 3 yıl sonra Amerika’da da baskıya girmiş, buna rağmen bazı kütüphane ve okullarda yasaklanmış, aynı dönemlerde İngiltere ve Fransa’da da ancak el altından satılabilmişti. Basıldığından bu yana her dönem kafaları karıştırmış olan Lolita en iyi edebi eserlerden biri ünvanına layık görülmüş olsa bile bir kısım halkın tepkisini çekmiştir. Nafisi’nin kitabı piyasaya çıktıktan sonra ise kimi İranlı edebiyatçılar Nafisi’yi Amerikan kültürü ve özgürlüğünün İran’ınkinden daha iyi olduğunu söylüyor olmakla ve ihanetle suçladılar. Amerika’nın İran’dan özgür olduğu su götürmeyecek bir gerçek, fakat yüzde 76’sı Hıristiyan olan ülkenin yükselen dini değerleri bu özgürlüğü tehlikeye sokacak mı asıl merak konusu bu. Orta Doğu’nun baskın dini değerlerini ancak 11 Eylül’den sonra yakın takibe alan ve birdenbire kendileri için tehdit unsuru oluşturduğuna karar veren Amerikan halkı karşı tepki olarak kendi ağırlıklı dini olan Hıristiyanlığa daha da bir sıkı sarılıyor şu sıralar. Büyük, kozmopolit ve geniş etnik gruplara sahip olan şehirler listeden çıkartıldığında ‘gerçek’ Amerika konuya ‘ağaç yaşken eğilir’ mantığıyla yaklaşıyor. Havaların ısındığı şu günlerde Amerikalı çocuğunu dini öğrenmesi için özel yaz kamplarına gönderiyor. Hıristiyan çocuklar için düzenlenen yaz kampları yöneticilerinin savunduğu şey şu: Eğer müslümanlar çocuklarına dini öğretip onları bir ordunun askerleri gibi yetiştiriyorsa bizim de çocuklarımıza kendi dinimizin değerlerini öğretmemiz ve onları aynı şekilde hazırlamamız gerekir. Bu kamplarda bir hafta geçiren bir çocuk bu süre sonunda kendini İsa adına, kendi dini adına savaşmaya hazır hissediyor. Dualar esnasında transa geçen, ağlayan, sallanan çocuk görüntüleri en az radikal müslüman çocuk görüntüleri kadar korkutucu. Kamplarda okutulan kitaplardan biri ‘Survival Kit for New Christians’, yani ‘Yeni Hıristiyanlar için Hayatta Kalma Kılavuzu.’ Burada bahsedilen ‘Yeni Hristiyanlar’ din değiştirip Hıristiyanlığı kabul edenler değil, zaten Hıristiyan bir aileye doğup, bu kampa gittikten sonra İsa’yı hayatlarına kabul ederek dini yeniden farkına varanlar. Kampların yetişkinler için olan versiyonu da var. Hıristiyan bir ailede dünyaya gelmiş, fakat hayatının daha önceki kısmında dinin öngördüğü değerlere göre yaşamamış bir kişi bir grup insanın tanıklığı önünde İsa’yı kurtarıcısı ve Tanrısı olarak kabul ettiğini söylediği andan itibaren gerçek bir dindar olmuş oluyor. O andan itibaren bu kişi tüm günahlarından sıyrıldığı gibi bir de ileride işleyeceklerinden de muaf olmuş oluyor. Bu kurtuluşa giden yolda dine dönenin yaşayacağı tahmin edilen beş ayrı aşama var. Birincisi, heyecan aşaması. Dini yeniden keşfeden kişi kendini yeniden doğmuş gibi hissediyor, bu aşamada vaftiz ediliyor ve bundan sonra hayatı İsa’ya ve kiliseye ait oluyor. İkincisi, savaşma aşaması. Eski alışkanlıkların zaman zaman başgöstermesi. Yalan söylemek, kötülük yapmak, kıskançlık, vs. Üçüncüsü, kuşku duyma aşaması. Eğer din doğru öğretilmezse kişi bu aşamayı muhakkak yaşayacaktır deniyor. Fakat yaşasa da bedene çoktan nüfus etmiş olan İsa eski alışkanlıkları yavaş yavaş yok edecek ve savaşı kazanacaktır diye de teselli bulunuyor. Dördüncüsü, panik aşaması. Gerçekleri arama aşaması da deniyor buna. Bu durumda İncil’e başvurulması ve tüm gerçeklerin öğrenilmesi gerekiyor. Beşincisi ve sonuncusu ise sessiz Hıristiyan aşaması. Aşılması gereken bir dönem. Bir Hıristiyan sessiz olmamalı, diğerlerini de doğru yolu bulma konusunda ikna edebilmeli. Bizim de her hafta kapımızdan hayal kırıklığına uğratarak geri gönderdiğimiz misyonerler asla yılmıyor, yıllardır aynı kapıyı çalıyorlar. Hepsi bir yana biraz önce bahsi geçen İncil’in okunmasıyla gerçeklerin öğrenilmesi aşamasına dönmekte fayda var. Zira Amerika’da hala şiddetle devam eden konulardan biri bununla fazlasıyla ilgili. Evrim teorisi. Amerika’nın bazı eyaletlerinde biyoloji derslerinde çocuklara evrim teorisiyle beraber tüm evren ve dünyanın bir yaratıcı tarafından var edildiği de öğretiliyor. Amerika’nın ortasında yer alan eyaletlerde bazı aileler okulda çocuklarına evrim teorisi öğretildiği ya da yeteri kadar Hıristiyan değerlerine uygun eğitim almadıkları için çocuklarını okula göndermek yerine evde kendileri yetiştiriyorlar. Onlara göre öğrenilmesi gereken her şey kutsal kitapta mevcut. Kimi eyaletlerde mezun olan çocuklara diplomalarıyla beraber İncil de veriliyor. Yakın arkadaşlarımdan birinin çocukluğunun geçtiği Virginia’da enteresan bir deneyimi var. Liseden mezun olurken kendisine İncil verilince kabul etmiyor ve bu konuda eyalet sistemine savaş açıyor. Mektuplar yazıyor, protestolar düzenliyor ve İncil’in devlet lisesinde işi olmadığını söyleyerek neye dayanarak mezuniyette kendilerine verildiğini soruyor. Bu çabası kendi toplumları içinde büyük bir olaya dönüşüyor ve sonunda arkadaşım kazanan taraf oluyor. Ancak olayı takip eden iki yıl boyunca evine taşlı saldırılar düzenleniyor, ölüm tehditleri yağıyor, hatta bir kez evlerini ateşe vermeye kalkışıyorlar. Okullarda İncil verilmesine ya da biyoloji derslerinde bir yaratıcıdan bahsedilmesine karşı çıkanların savunduğu şey şu: Çocuklara bir yaratıcının varlığından bahsedilebilir, fakat bu biyoloji dersinde değil, din dersinde olmalı. Dinin okulun klasik müfredatına müdahale etmesi din ile devlet işlerinin birbirine karıştırılması olarak görülüyor. Fakat din ile devlet işleri ülke başkanı İncil’in üzerine el basarak yemin ettiğinde çoktan birbirine karışmış olmuyor mu? Ya da paranın üzerine ‘Allaha Güveniyoruz’ yazıldığında. Kutsal kitabın üzerine yemin ederek göreve gelmek geleneksel bir davranış olarak da değerlendirebilir elbette ve öyle bakıldığında zararsız da görünebilir, fakat din konusunun Amerikan politikasındaki etkisi o kadar basit ve naif değil. Amerika’da seçim kampanyaları yaklaşık iki yıla yayılacak kadar uzun sürüyor. Kampanyalar süresince ele geçirilmeye çalışılan en önemli oy veren kesimlerinden biri Evangelik ve Katolik Hıristiyan grup. (Evangelik Hristiyan İncil öğretisini yaymaya çalışan Hristiyan olarak tanımlanabilir.) Seçim öncesi daima değinilen iki önemli nokta var. Kürtaj ve embriyotik kök hücre araştırması. Dindar Amerikalı her zaman bu ikisine de karşı. Tanrı tarafından bağışlanan insan yaşamının diğer bir insan tarafından sona erdirelemeyeceğine inanan koyu Hıristiyanlar hamile kalan kadın bir tecavüz ya da ensest ilişki sonucunda hamile kalmış olsa bile bebeğin alınmasına karşı. 1982’den bu yana kürtaja karşı olanların doktor muayenehanelerine, hastanelere ya da kürtaja yardımcı olan kurumlara düzenledikleri saldırılardan meydana gelen hasar 13 milyon doları buluyor. Bunun yanı sıra ölümle sonuçlanan saldırılar da mevcut. Amerika’da kürtaj her eyalette yasak değil elbette, fakat zaten işin ikiyüzlü tarafı da bu. Her seçimden önce bu konu tekrar alevlenerek adayın duruşunda çok önemli bir rol oynuyor. Başa gelecek olan kişi kürtajı toptan yasaklayamayacak olsa bile en azından inanç olarak kürtaja karşı olması oy verenin kararını etkiliyor. Sarah Palin eğer dünyanın en cahil ve şaşkın kadınlarından biri çıkmasaydı sırf down sendromlu çocuğunu durumu bildiği halde aldırmayıp doğurduğu için McCain’i başkan seçtirecekti. Dinden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışan Obama bile az kalsın yine din yüzünden pabucu kaptıracaktı. Sürekli gittiği kilisenin rahibinin halk tarafından onaylanmayan bazı vaazları yeni Başkanımıza zor anlar yaşattı. Obama çözümü kendini o rahipten uzaklaştırmakta buldu. Amerika kuruluşundan itibaren aslında din ile devlet işlerinin öyle ya da böyle birleştiği bir ülke, ancak başkan adaylarının ilk olarak seçimlerde dini inanışlarını tartışması 2004 yılında meydana geliyor. 2006 yılında yapılan bir ankete göre de halkın yüzde 51’i din işlerinin politikada etkili olması gerektiğini düşünüyor. Politika analistleri bunun nedenini şöyle açıklıyor: Amerika’da daha önce hiç görülmemiş ölçüde dini bakımdan kutuplaşmaya gidilmesi. Tehlikenin kendilerine Orta Doğu’dan ve İslam dininden geleceğini düşünen Amerika, durup kendi yükselen dini değerlerini sorgulamıyor. Her seçim öncesi hala kürtajın tartışılması sadece bir avuç entellektüeli korkutuyor. Jesus Camp adlı belgeselde Hıristiyan bir çocuğun “Dinim adına savaşırım” demesi korkutucu gelmiyor. Kimbilir belki de bu ürkütücü kelimeler sarı saçlı, mavi gözlü, pembe yanaklı bir çocuğun ağzından duyulduğu için. Evet, Nabokov’un Lolita’sı Amerika’da yasak değil, ama bazı bölgelerde okuması en az Tahran’da olduğu kadar zor. Üstelik giderek de zorlaşacağa benziyor.