Sahalarda ‘Şiir’ Yazmak

Soccer

Sahalarda ‘Şiir’ Yazmak

Brezilyalı futbolcu Socrates iyi oyunculuğun yanı sıra politik kişiliğiyle de tanınırdı. Çocukluk kahramanlarının Fidel Castrol, Che Guevara ve John Lennon olduğunu söylemek herhalde hangi tarafta durduğunu anlatır. Maçlara üzerinde ”demokrasi” yazan bir tişörtle çıkar ve her golünü attıktan sonra işçiler ve ezilen halklar için yumruğunu havaya kaldırırdı. Hayatı boyunca hep şöyle demişti: ”Umarım Corinthians’ın şampiyon olduğu gün ölürüm.” Duaları kabul oldu ve hayata veda ettiği 4 Aralık 2011’de Corinthians şampiyon oldu. Bu şampiyonluk maçının öncesinde bütün taraftarlar ve sahaya çıkan futbolcular kendisine selam göndermek için yumruklarını havaya kaldırdılar.

Eğer bu okuduğunuz kalbinizde bir yere dokunuyorsa futbolun bir sanat olduğu fikrini anlayabiliyorsunuz demektir.

Futbol sanattır görüşünü savunanlar bıyıksızlar.com adresinde futbol yazıları yazan bir grup hanımefendi. Yaşları on altı ile yirmi yedi arasında değişiyor ve onlar gerçek birer futbol tutkunu. Hem günlük hem de hayata dair planlarını maç günlerine, saatlerine göre ayarlayacak kadar düşkünler bu spora. Arzu (18) bir kadın akrabasının deneyimini anlatıyor örneğin: ”Bu akrabamın babasının cenazesi Fenerbahçe – Galatasary maçıyla aynı güne denk gelmişti, cenazeye katılmayıp maça gitti. Bunu bir şekilde öğrenen Kulüp onu sahiplendi ve bileti olmayan maçlara da sokmak için elinden geleni yaptı.” Hayat devam ediyor ne de olsa değil mi? Futbolseverler için öyle en azından. Ne Arzu ne de diğerleri kendi takımlarının maçı olan hafta sonları için başka plan yapmıyorlar. Düşünün ki yirmi üç yaşında güzeller güzeli bir kız ve beğendiği bir delikanlının buluşma teklifine o gün maç varsa hayır diyor. Üstelik o delikanlı futbol meraklısı olsa bile, onunla maça gidip orada romans yaşamak gibi bir derdi de yok. Naciye (21) stattayken yanında kimin olup olmadığını görmediğini söylüyor. Yüzde yüz konsantrasyondan bahsediyoruz burada. Neden bilmem ama belki de çok tutkulu gördüğüm için Ayşegül’e (22) soruyorum, ”Diyelim ki dokuz aylık hamilesin. Doğurdun doğuracaksın ve on gün sonra hayalini kurduğun maç var, ne yaparsın? Sezaryanla maç öncesi doğurup, kendini toparlayıp maça gitmeyi düşünür müsün?” Hiç tereddüt etmiyor. ”Olabiliyorsa” diyor, ”Elbette.” Tuba (27) araya giriyor ve maçlara kucağında bebeğiyle çok kadın geldiğini söylüyor. Naciye ekliyor: ”Benim hayalim tamamıyle Fenerbahçeli bir çocuk yetiştirmek.” Bu konuda hepsi hemfikir. Kesinlikle futbolsever çocuklar yetiştirecekler. Bunun için de futbolsever beyefendilerle tanışmaları gerekiyor tabii. Zira Ayşegül’ün de söylediği gibi futbola ilgi duymayan bir adamın onların ilgisini çekme ihtimali bile yok. Anlayacağınız erkeklerden daha radikaller. Futbolun ‘f’sinden anlamayan, maç ortasında televizyonun önünden geçmeyi göze alacak kadar cesur kadınlarla evli dünya kadar adam var bu ülkede.

Peki onları erkek futbolseverlerden ayıran ne? Elif (23) açıklık getiriyor: ”Kadınlar kendilerini daha iyi ifade edebildikleri için daha iyi yorumda bulunuyorlar. Analizleri daha iyi.” Bir de belki de, duygularını saklamadan yaşamaları bu ayrımlardan biridir. Hepsi de maçlarda, bazı pozisyonlarda, bazı malubiyetlerde ya da galibiyetlerde ağladıklarını söylüyorlar. On altı yaşındaki Şebnem -ki sırf maçları takip edebilmek için dersleri sınıfta dinlemeyi ve evde çalışmamayı ilke edinmiş, bu teknikle de başarılı olan bir öğrenci- hırsından da sevincinden de sık sık ağlıyormuş. Arzu zaman zaman ağlamaktan helak olanlardan. Fenerbahçe – Shaktar Donetsk maçı başlamadan önce ağlamaya başladığını ve ilk yarı bitene kadar da devam ettiğini anlatıyor. ”Neden?” diyorum, şöyle açıklıyor: ”Çünkü tam şike olayları ortaya çıkmıştı ve bu ondan sonraki ilk maçtı. Uzun zamandır takımımla kucaklaşamamıştım ve üstümüze bir leke atıldıktan sonra onları böyle dipdiri görmek beni çok duygulandırdı. Ben zaten o haldeyken taraftar ‘Guiza buraya’ diye bağırdı. Böyle durumlarda futbolcu genelde gelir, taraftara el sallar, ama Guiza bununla yetinmedi, tribüne atladı ve seyirciyle kucaklaştı. İşte ben orada darmadağın oldum.”

Futboldan anlamayan biri olduğum halde o anın şiirselliğini hissedebiliyorum. Heyecan, sevin., tedirginlilk gibi duyguların bir araya gelerek bütünlüğü oluşturması söz konusu olmalı. Zaten Tuba da futbol – sanat ilişkisini o bütünsellik içinde kurduklarını anlatıyor. ”Sahayla bütünleşiyorsunuz, bu seyirciyi de içine alan bir performans haline geliyor” diyor ve ekliyor: ”Saha içindekiler, tribün, atılan sloganlar, söylenen marşlar birbirinden ayrılamaz. Hepsi beraber bir performansı oluşturuyor. O yüzden de maçı saha içinden seyretmek bambaşka bir duygu. Asla televizyonda seyretmekle aynı şey değil.” Böyle düşünüldüğünde maçlardan önceki ya da sonraki taraftar görüntülerinden bile ilham almak mümkün aslında. Beşiktaş’ın son şampiyonluk kazandığı yıldı ve bir şey için yolum Beşiktaş’a düşmüştü. Çarşı taraftarının yaratıcılığı zaten ünlüdür, o gün de en güzel örneklerinden birini sergilemişlerdi. Bütün taraftarların üzerinde 12 yazan tişörtler vardı. Böylesine bir yaratıcılık bir noktadan sonra sanat doğurmaz da ne yapar? Onlarca, hatta yüzlerce taraftarın ortaya koyduğu, en yüksek katılımlı bir çağdaş sanat performansı adeta. Elif ”Ben tiyatro oyunlarına gitmeyi de çok severim, o nasıl sanatsa futbol da insanlar tarafından yine insanlar için yapılmış bir sanattır” diyor. Ve bana bir şeyi farkettiriyor: Ben seyrettiğim iyi bir tiyatro oyunundan sonra hüngür hüngür ağlarım. Sanatçının performansı her şeyden önce benim için paha biçilmez bir değerdir. Hele ki bir de oyun güzel yazılmışsa duygular yoğunlaşır bir minnete dönüşür, saygıya, hayranlığa… Ve gözyaşlarımı tutamam. Eğer seyrettiğiniz bir maç da oyuncusuyla, taraftarıyla, pozisyonlarıyla duygularınızın yükselmesine sebep oluyorsa, biraz önce söylediğim hislere sebep oluyorsa ve ağlayacak raddeye geliyorsanız, buna neden sanat denmesin?

Futbolla ilgili olanlar bilirler: ‘Tanrı’nın Eli golü’ diye bir kavram vardır. 1986 FİFA dünya kupasında Haziran’ının 26’sında Arjantin İngiltere’ye karşı Mexico City’de oynamaktadır. Bu iki takım 1966 kupalarından beri ebedi rakipler olmuştur ve bu maç dört yıl önce iki ülke arasında yaşanan Falkland Savaşı’nın da bir rövanşı olacaktır. Zira Arjantin savaşın sonunda teslim olmuştur. Maçın ikinci yarısında, yedinci dakikaya girilirken Maradona şaibeli bir gol atar. Her iki takımın taraftarı ve Arjantin oyuncuları topun ağlara eliyle gönderildiğinden emindir ancak Tunuslu hakem Ali Bin Nasser bunu görmez ve golü kabul eder. Futbol tarihinin belki de en tartışılan bu golü hakkında Maradona’ya sorarlar: ”Elle mi attın?” Cevap verir: ”O benim değil, Tanrı’nın eliydi.” Bu öylesine etkileyici bir laf ki daha sonra Maradona’nın hayatını anlatan ‘Maradona, La Mano di Dio’ filminin, yani bizim bildiğimiz anlamda bir sanat eserinin de ismi olmuştur. Tek başına bu örnek, bıyıksızlar.com yazarlarının savının en güzel kanıtı gibi, ne dersiniz?

KUTU

bıyıksızlar.com yazarlarına futbolun kendilerine hangi sanat eserlerini çağrıştırdığını sordum. İşte cevapları:

Tuba Kiraz: Vivaldi – Summer

Elif Parlak: Elif Şafak – Aşk

Naciye Türkmenli: Nazım Hikmet – Hiçbir Ağaç Böyle Harikulade bir Yemiş Vermemiştir

Şebnem Başaran: Forrest Gump

Arzu Bıçakçı: Nazım Hikmet – Güzel Günler Göreceğiz

Ve kendilerine en şiirsel gelen futbol anları:

Arzu Bıçakçı: 22 Temmuz 2010’da, Almanya’da ezeli rakip ebedi dost Galatasaray ile oynanan dostluk maçıydı. Maçı sanatla buluşturan en önemli şey vazgeçmemekti. Direnmek ve sonunda kazanmak. Andre Santos (Fenerbahçe) sol kanattan ceza sahasına giriş yapar. İlk pozisyonda düşer, ancak yılmaz. Yeniden ayapa kalkar ve dar açıdan önünde savunma oyuncusu olmasına karşın sert vururç Sonuç, gol! Bunun dışında bence futbolu sanata yakınlaştıran en büyük etken tribündür. Tribün besteleri ve her maç için ayrı ayrı düzenlenen koreografiler.

Tuba Kiraz: 22 Nisan 2006’da oynanan FB – GS maçında 88 saniyede 35 pas yapıp Fenerbahçe’nin attığı gol.

Şebnem Başaran: Geçen sezonki Şampiyonlar Ligi yarı finalde, Real Madrid – Barcelona maçındaki ikinci goldü yanılmıyorsam. Messi’nin orta sahadan başlayarak önüne çıkan herkesi çalımlayarak attığı gol. Asla unutamayacağım kadar özel. Bir futbol direnci ancak böyle anlatılabilirdi.

Elif Parlak: Ligin ilk yarısındaki Galatasaray – Fenerbahçe derbisinde, Melo’nun gol attıktan sonra yaptığı ”pitbull” sevinci.

Naciye Türkmenli: 80’e yakın gönüllü taraftar tarafından hazırlanan ilk insan silüeti koreografisi. Fenerbahçe taraftarı koreografide 1996 – 2011 tarihleri yazıp arasında Aykut Kocaman’ın resmini koydu.